12 Ekim 2008 Pazar

Tugce Futaci, caddiii

:V..

Indirim sütçüleri kapıları çalsa eğer , süte su kattıklarından şüphe etmez misiniz? Bence kafalarda bir soru işareti oluşur... Bundan emin olmak için ise o sütçüyü tanımak, bilmek, ve sütçünün indirimli ürünü ile kıyaslama yapabilecek kadar eski sütünün tadının farkında olmak gerekir. Yoksa ayran tadında bir süt içersiniz maazalah...Fikrimin bu tip yönlendirmeleriyle ben de uzun zamandir takip ettigim lüks ve pahalı mağazaya gidiyorum... İndirim gününü yakalar yakalamaz ürünlerin içeriğiyle ilgili derin bir araştırma yapmak üzere benliğimin araştırmacı gazeteci tarafı beni oraya sürüklüyor..... Yanımda kopkoyu lacivertten bir kendine güven, sarı bir çanta ve plastik ayakkabılarimla herhangi bir şimşekten korunaklıyım...


Hedefim olan mağaza, girişinde güzel bir kız veya yakışıklı bir erkeğin mutlaka sizi beklediği bir yer...İçeriye girince ise mekanın ağırlıklı olarak koyu pembe ve siyah renklerle döşenmiş olduğunu görüyorsunuz .Kah yatan , kah el kol hareketi yapan başının yarısı kesik mankenlerle zenginleştirilmiş dekorasyon, insanda tarih öncesi çağlardan itibaren tüm kötü figürlerinin kıyafetlerin arasından fırlayıp, şu tip cümlelerle sizi meşgul edeceği imajını veriyor...

“-Merhaba canım, ben Transilvanya’nın Drakula’sı , buradaki kıyafetin kırmızısı benim kurbanlarımın kanından alınma...İstersen alt kattaki erkek reyonuna inelim de oradaki kemerlerin derilerinin hikayesini bir anlatayım sana...”

“-Zdravstvuyte (Merhaba), ben Nostradamus, neden beni korkunç karaktelerin arasına eklediğini de anlayamasam da istersen sana bu mağazanın nasıl yıkılacağını ve bunun kesin tarihini anlatabilirim ha ne dersin? Ve belki de geleceğinden bahsedebilirim, yaşlanınca nasıl da suratının buruşacağını anlatmamı ister misin? Nee? Hayırsız adam mı?Hep olumsuz şeyler mi öngörmüşüm ömrümce? Hahah güldürdün beni !! Kadehimi sana kaldırıyorum...Nazdrovya!!! (Sağlığına)... “

“-Sevgili Canan’ım saraya girmek aslında hiç de zor değil.. Seni sultanların en gözde cariyesi yapıp, salınmanı seyretmek istiyorum...Ben Hürrem, Kanuni’yi elde edene kadar bu mağazadaki toplam kıyafetlerin sayısının 100 katı kadar kıyafet değiştiren bir kişi olarak sana bu konuda yardımcı olabileceğimi düşündüm.. Sen aynısını düşünmüyorsan eğer kellen tehlikede demektir ona göre ... “

Silkinip, “Kesin siyahlar bende bu çağrışımları uyandırdı...” diyerek mağaza içerisinde yoluma devam edip, neden basit bir ucuzluk araştırmasını bile Alice Harikalar Diyarı kıvamına getirdiğimi merak edip gülüyorum kendi kendime...Gülümsememi üzerine alınan mağaza görevlisi şirin kız ise bana doğru yöneliyor...O an benim beynimde alarmlar çalmaya başlıyor. Bir yandan çap çap çap alkış sesleri ... "Aferim sana şampiyon! Popona bir mağaza görevlisi takmayı başardın, şimdi cebinde çok para varmış gibi davranıp hem onun ağzından laf almaya çalışacaksın , hem de hiç açık vermeyeceksin..Hadi bakalım sırıtık, hodri meydan ...Başla konuşmaya..."

“-Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?”
“-Aa çok teşekkürler , ben öylesine bakıyorum sadece”

Tam orada dur! Öylesine baksan bile , bunu belirtmek çok saçma ...Kimse öylesine bir insana yardımcı olmak istemez... Öylesine kelimesini duyduğu an karşındaki kişi seni çözmek için beyninde çeşitli senaryolar üretmeye başlayacaktır çünkü görevi icabı o şekilde eğitilmiştir. Yani aslında çok kilit bir kelime söylediğini sanarak ilk domino taşına parmağınnla dokunmuş oldun şu an...Devamındaki dominoları düşürecek bir işleyiş başladı bile hadi bakalım...
Bu sefer ne mi olacak? Seni keşfetmek isteyen mağaza görevlisi , "Peki şu tip birşeye ne dersiniz , peki şunlardan giymez misiniz?" diye onu bunu taşıyıp duracak, beğenmediğini gördükçe kendini bir siparişi düzgün getirememiş garson kıvamında hissedecek ve hayat ikiniz için de zorlaşacak...Bunu mu istiyorsun? Bunu istemiyorsan hemen cümleni toparla, hemen! Yani kod adı: Doğruyu konuş!

“-Aslında indirim olduğunu biliyorum ve merak ediyordum bir adet pamuk prenses tişörtü vardı o da indirimde mi diye--...”

“-Hımm bu kat yeni sezon hanfendi indirimli ürünler bir üst katta...Buyrun oraya çıkabilirsiniz..”

İşte işte işte...Ortamın sempatisini Pamuk Prensesleşerek kazanmak arzusu, bir çeşit masumiyetle tavlama çalışması? Belki biraz ilerlersin ama dikkat ettiysen kasadaki turuncu saçlı çocuk bu açıksözlülüğünden biraz hoşlanmadı gibi... Seni böyle klas bir mağazada bu tip cümleler kurmaktan menedercesine sana bir bakış atıyor ve “-Hadi git diyor içinden , hadi git indirim sineği seni..”

Sen ise aslında onun tersi bir durumda olduğunu, sanki çok geniş bir yelpazeden moda endüstrisinin eski mi eski bir izleyicisi olduğunu iddia edercesine hımm diyorsun geldiğin yoldan geri donerken...
“Bakalım bakalım bu sene neler modaymıs..Oh my god, ipek esarp ne kadar stil!”
“Onlar şal olarak kullanılıyor efendim”
“O zaman daha da stil”

Yok yabancı söz gruplarını da yemediler...En iyisi mi sen yukarıki kata doğru devam et...Hem bir dakika ya istersem ben o eşarbı jean pantolonumun cebine de sıkıştırıp stilötesi olurum , sana ne be kadın?

Neyse neyse, sinirlenmenin ne gereği var? Hem elçiye zeval olmaz, işini yapan bir mağaza görevlisine kızılmaz!...Yukarı kata çıkıyorum. Yukariki kat ise Amsterdam’da yer alabilecek psişik bir neo-tekno bar edasında döşenmiş. Buradaki yarım kafalı mankenler ise şu meşhur makas eller filmini anımsatıyor bana...İçim daralıyor gibi oluyor ama hayati tehlikem olmadığına karar verip ,sakinleşiyorum...

Burada en köşeye atılmış indirimli ürünlere doğru ilerliyorum. O kısma vardığımda görüyorum ki pek de fazla birşey kalmamış. Ya insanlar indirimi duyunca sırtlanlar gibi toparlanıp iyice malı götürmüş veya mağaza indirimli ürünlere yarısını ayıracak kadar gururunu incitememiş diye düşünüyorum... Daha sonra bakıyorum ve tişortlerin cok da fazla kalmadığını görüyorum. Fakat az da olsa aralarında
Pamuk Prensesli tişörtü buluyorum. Ama ruhum pek de tatmin olmuyor sanki, bir garip bir hissiyata bürünüyor bünyem...

İç sesim diyor ki:

“Neden Pamuk Prenses ile kendini özdeşleştiriyorsun , sen o değilsin ki? “

Aklıma 3 yaşındayken babama bana cadı maskesi alması için ağladığım günler ,6 yaşındayken anaokulu Pamuk Prenses piyes seçimlerinde cadı olduğum , 7 yaşındayken Bodrum çarşısının girişindeki karikatürcünün beni nedense(?) süpürgeye binmiş tatlı cadı olarak karikatürize etmesi, üniversitede yarım puan için yarım saat konuştuktan sonra bana Tuğçe Futacıı caddıı diyen rahmetli hocam ve geçen sene ziyaret ettiğim yabancı bir astrologun bana senin gibilere Brezilya'da cadı derler demesi geliyor...

Yanımda benimle beraber yukarıya çıkmış olan kıza dönüp "Bu bana hitap etmedi!" diyorum ve aşağıya inerek mağaza görevlilerine “hoşçakalın, mutlu kalın” diyerek mağazadan çıkıyorum. Güzel ve cadaloz yarınlarıma doğru umutla başka mağazalara doğru yol alıyorum...

Kendini bilmek ne güzel şey:)

19 Eylül 2008 Cuma

Aklımın ermediği şeyler yazı dizisi (No: Roma rakamıyla 1)


Saat 22:00


Yine haftaiçi alelade bir gece... Günün iş yorgunluğu ve de ertesi gün işe gidecek olmanın verdiği şitres bir arada! Evet evet şitresler, stresin Türk metresleri, bir dakika rahat bırakmazlar adamı... Onlar kendi aralarında oynaşadursunlar ben kanallar arasında çeşitlemeler yapıyorum izleyecek güzel birşeyler yakalamak için. Digiturk'un aralıksız bir şekilde vatana millete dizi hizmeti yaptığı kanala bakıyorum ve hah işte çok şahane bir dizi yakalayıveriyorum. Hani delice takip etmediğiniz ama arada denk geldiğinizde size keyif vereceğini bilip izlemeden edemeyeceğiniz türden... Şu sayıları bolca olan hastane dizilerinden. Delimsek bir başhekimin hiç de normal olmayan pratisyenler ve doktorlardan oluşan mürettebatına sahip, bir CSI dizisi tadında, az çok duygusallık içeren ve her bölümündeki ilginç kurguyla insanın üzerinde değişik hissiyatlar (Ulaaan işe bak bee gibi) uyandıran bir dizi..Hemen moda giriyorum ve kaşlarım çatılıyor. Ağzı açık ayran budalası gibi sırıtmak olmaz, hastane dizisi bu sitcom değil ki, mevzu bahis olan can yahu!


Saat 22:10

..Initial vazektomi

İçimde birşeyler kıpırdanmaya başlıyor. Mana veremiyorum. Şu altyazılardan olabilir mi?...İçsesim konuşmaya başlıyor: "Bu kadar zamandır orjinal ingilizce izlediğin diziler, filmlerden sonra hala altyazılardan vazgeçemedin. Sana garip bir güven veriyorlar. Hatta İngilizce altyazı da olabilir ama altyazı olsun yeterki diyorsun ..Oysa ki İngilizcen de hiç fena olmadı senin. Listening, reading, writing fena değildi hiç... Oof iki işi birarada yapamadın tabi, haydi diziye geri dön madem, konuyu kaçırma bari !"

Konu ise ilginç, Güney kutbunun unutulmuş bir köşesinde mahsur kalan 1 erkek mühendis ve 1 kadın doktor ...Bir bilmemne ünitesi için bir süreliğine orada konaklıyorlarken öyle bir olay oluyor ki akıllara ziyanlar geliyor. Hergün geçtikleri buz tünelinde adam düşüyor ve bacağına kazık saplanıyor, kadın ise onu kurtarayım derken düşüp neredeyse belini kırıyor...1 günlük zaman zarfı içerisinde onlara kimsenin ulaşamayacağı, havanın ters olması nedeniyle de helikopterin bile inemeyeceği o pis yerde naçar vaziyette kalıyorlar ... Kadın doktor toparlanarak bir şekilde barınaklarına dönmelerini sağlamaya çalışıyor ve başarıyor da... Bu sırada hastaneye haberi gelen bu olayın kadın kahramanına tam destek vermek üzere bizim delimsek mürettebat toplanıyor.Acaba ne halt olacak? Dur şu altyazılara bir veda edeyim...



Saat 22:15

We need to do a biopsy

Prednisolone..

Kadın doktor hem kendisini hem de kazıklanmış voyvoda kılıklı adamı iyileştirmeye çalışıyor. İçimden "Hayatınızı harcamaya mı geldiniz, bu da nedir be kardeşim ?" diye bağırasım geliyor, ama mühendisliğe, tıbba saygım sonsuz... İmkanı yok açıp ağzımı laf edemem, böylece izlemeye devam ediyorum. Derken hastane ile irtibat sağlanıyor. Bir webcam güney kutbundan hastaneye bildiriyor. Doktor perişan, mühendis doğduğuna pişman...Suratlar yerlere düşerken hastanedeki çılgın başhekimimizin - ki bakışlarının deliciliğiyle ne kadar zeki bir doktor olduğunu bizlere belli etmekte - kadına karşı sanki birtakım hisler beslemekte olduğunu seziyoruz... Mürettebat "OO hocaam ne iş " tadında cıvımalar içerisine girmeye kalkışınca ise zeki doktorumuz onları ciddiyete davet ediyor. Aferim adama..İşte böylesi makbul. Ee boşuna başhekim olmamış diyerek kadın doktorumuza faydası dokunsun diye dua ediyorum... Faydası dokunamazsa AKUT'u arasa ne iyi olurdu diye de düşünmeden edemiyorum.


Saat 22:22

...You need to xray your body

Sistemik Lupus Erimatozus

Well, Autoimmune diseases...


Mühendisimiz bir şekilde ekranlarımıza artık sargılı ve temizlenmiş bir biçimde çıkmaya başlıyor. Doktor ona gerekli tedaviyi sağlayabiliymiş görünüyor ama etrafta bir sis perdesi oluşuyor çünkü kadın ile başhekimimizin webcam eşliğinde yapılan müşahadeleri esnasında başhekim kadında varolan bir şişlikten şüpheleniyor... Şüpheleri çeşitli çapraz kontrollerden sonra doğru çıkıyor. Kadında bir de onca derdin arasında bambaşka bir rahatsızlık başgösterivermiş de olsa ne mutlu ki kurtulabilir vaziyette olduğu anlaşılıyor.



Saat:22:35

..Anti-imflammatory

betadine solution

Paralytic agent...


Hastanede tartışmalar tartışmalar... Güney kutbundaki kadın doktorun hali ne olacak? Sonunda hastanedeki doktorlar ateşli bir şekilde , mükemmel teknolojiler eşliğinde -webcamde çokça yapılan şeyin aksine - ameliyat yapıyorlar. Daha doğrusu gerçek bir ameliyatı kadın doktora taze fasulye yemeği tarifi verircesine yaptırıyorlar... Altyazıları açsam mı?

Aç kapa derken beynim ambale oluyor. Stres ve gerginliğim had safhaya ulaşıyor.

Kadın doktora ne olacak?

Elleri kırılasıca mühendis adam neden kalkıp yardım etmiyor?

Betadine..

Başhekimin diploma sicil nosu acaba ne?

Prednisolone..

Tansiyonum oynamaya başlıyor...

Ve kendime gecenin kilit sorusunu soruyorum:


Be kardeşim, yarısından çoğunu anlamadığın bir diziyi neden izlersin? Tıbbi terimlerin sana İspanyolca kadar yakın olduğunu biliyorsun madem aç o zaman bir İspanyol kanalını , hiç olmazsa iki neşelenirsin. Ama gerçekte bir daha cümle içinde bile kullanmayacağın terimleri niçin ciddi yüz ifadenle beynine hazmettirmeye çalışırsın? ? Senin deden doktor değil mi? Doktor olmak istiyordun da engellediler mi sanki? Nedir bu anlamadığın şeye adanmışlığın, saygı duymaktaki ısrarın.. Saygıyı duy da eziyetini neden çekersin?

Dizi bu dizi diyerek kendimi rahatlatmaya çalışıyor ve mutlu sonu bekliyorum... Hakikaten de en sonunda mühendis ve doktor güney kutbunda bir Türk filminin sonlarında yer alan kareler misali birbirlerine sarılıp webcamlerini kapatıyorlar. İkisi de kurtulmuş, üşümüş ama mutlu ve kesinkes içlerinden neden insan olma isteğini değil de penguence yaşama isteğini barındırdıklarını sorgulamaya başlıyorlar...

Başhekim ve mürettebat ise bir sonraki bölüme hazırlanmak üzere yola koyuluyorlar.

Saat 22:45


Yatağımdayım...Uyumak üzereyim. Bir sonraki bölümde tropikal bir adada kafasına hindistan cevizi düşmüş ve beyin kanaması riski bulunan – ama dizinin sonunda aslında hiçbirşeyi olmadığı ortaya çıkan – bir kız olduğumu düşünüyorum. Adada doktor , saglık gorevlisi tadında hickimse yok. Heyhat ki webcam de yok...Bütün ada halkı benim tüm isteklerimi gerçekleştirmek icin seferber olmus vaziyette kosturup duruyorlar... Tropikal meyveler, egzotik cicekler...Derken bir münasebetsiz hastanedekilere haber ulastiriyor ki onlar da adada beliriveriyorlar. Bakıyorlar ki hicbirseyim yok, e o zaman pek guzel diyorlar...En son sahnede ise doktorlar , ada halki ve ben hep beraber gunesin batısına karsı mojito iciyoruz.

Dizi güzel, ben de güzelim...